Vincent Van Gogh Hakkında Bilinmeyenler
Hollandalı ressamın babası katı bir düzenden gelen Protestan rahiptir. Oğlu Van Gogh’un da kendi yolundan gitmesini ister. Fakat ailesi konuşma yeteneğinin fazla gelişmiş olmamasından ötürü vaiz olmasını istemez.
Van Gogh’un tahmin edilemeyecek ısrarları sonucu ailesi onu vaiz olması için Belçika’nın bir kömür madenleri ile bilinen Boringa kasabasına gönderir. Vaiz olduktan sonra orada çalışan işçilere yardım eder ve vaaz verir.
Yapmış olduğu tercihlerden dolayı resim hayatına çok geç bir yaşta başlayan Van Gogh 27 yaşına kadar vaizlik görevini yerine getirir ancak bir gün denetçiler gelip, hareketlerini ve bazı tercihlerini yanlış bulduklarını söyleyerek görevden alırlar.
Henüz tüm dünyanın bildiği ressam kimliğiyle elle tutulacak bir resim yapamayan Van Gogh, vaizlik görevi bittikten sonra da Belçika’da kalmaya devam eder.
Ailesinin uzun bir süre kendisinden haber alamaması üzerine babası, kardeşi Theo’yu Van Gogh’un yanına yollar ve daha sonra iki kardeş evlerine dönerler.
Belçika’dan dönen Vincent Van Gogh’un kiliseye karşı görüşleri epey değişir. Hatta Tanrı’yı sorgular nitelikte laflar söyler. Bu durum babasını oldukça rahatsız eder.
Van Gogh’un bu tutumu onu iyice sanata sürükler. Fransız Barbizon ekolünden olan Millet’i yok seven ressam, Millet’in Ekinci tablosunu tam beş kez kendinin sanat anlayışıyla tekrar yapar.
O dönemlerde ailesinin yanında yaşayan ünlü ressam, bir süre onlarla kalmaya gelen kuzeni Kate’den etkilenmeye başlar. Çizdiği resimleri çok beğenen kuzeni ile beraber zaman geçiren Van Gogh, onu etkilemek ister.
Resim yapmadığı tüm zamanlarda kitap okuyan ve öğrendiği sözlerle Kate’e mesajlar veren, pek yakışıklı olmayan ressamımız aynı zamanda da işsizdi. Bir de kadınlar hakkında acemice davranıp Kate’i bunaltmaya başlayınca kuzeni dayanamayıp ailesinin yanına geri döner.
Kendisine zarar verme eğilimi olan ressam Kate’in peşinden Lahey’e gider fakat kuzeninin babası kızıyla görüşmesini istemez. Bunun üzerine sevgisini kanıtlamak için elini yanan muma bastırarak yakar.
Bir süre sonra Kate sevdasından vazgeçen ressam, başka bir kadınla tanışıp onunla yaşamaya başlar. 5 yaşında bir kızı olan kadının başka kimsesi yoktur. Kadın da Van Gogh’da fakirlik içinde hayatlarını devam ettirirler.
Tüm bunlar olurken Paris’te yaşamaya başlayan Theo, sürekli mektuplaştığı abisi Van Gogh’a resim malzemeleri alması için para gönderir.
Gelen paranın nerdeyse tamamını sanata yatıran Van Gogh için bu durum çok normal olsa da kadın çocuğunun ihtiyaçlarının olduğu söyler ve artık resim yapmayı bırakmasını ister. Fakat Van Gogh için mümkün değildir tabi ki bu istek.
Van Gogh kara kalem çalışmalarını uzaktan bir akrabası olan Anton Mauve’ye gösterir ve fikir ister. Kendisiyle pek ilgilenmeyen Anton, renkli çizimler yapmasını önererek geçiştirir. Fakat bu öneri sonrasında ressamımızın çok işine yarar.
Bu sırada beraber yaşadığı kadınla anlaşamayan Van Gogh, babasının evine döner fakat kısa bir süre sonra babası vefat eder. Theo Paris’e gelmesi için ısrar eder ancak bu ısrarlar sonuç vermez ve Van Gogh evinde kalmaya devam eder.
31 yaşına gelen ressam, Hollanda’daki evinin civarındaki dokumacıları gözlemlemeye gider ve birçok eskiz çizer. Çalışan yoksul insanlara karşı beslediği duygular onun ilk ciddi eserlerinin konusu olur.
Bir yıl sonra ise Patates Yiyenler tablosu ile yine aynı konu üzerinde durur. Tam sanatının üzerine eğilen Van Gogh, bu sefer de ailesi ile sorun yaşar ve kardeşi Theo’nun yanına Paris’e gider.
Paris’e gidişiyle hayatında önemli olaylar meydana gelir. Bunların en başında tamamlayıcı renk teorisini benimsemesi gelir. Mor ile sarıyı, mavi ile turuncuyu ya da yeşil ile kırmızıyı beraber kullanmaya başlar.
Empresyonist sanatçıları ve eserlerini tanımaya başlayan Van Gogh, birkaç denemede bulunur fakat hiçbir zaman empresyonist bir ressam olmaz.
Resim simsarı olan Theo sayesinde çevresini epey genişletmesine rağmen Paris’in önde gelen sanat camiası Van Gogh’a mesafeli durur. Bu davranışın en başında resimlerinin bir türlü ilgi görmeyip, satılmaması ressamın yeteneğinin sorgulanmasına neden olur.
Theo’un da bu konuda bazı şüphelerinin olması sebebiyle aralarında gerginlik çıkmaya başlar. Sonrasında Theo, Van Gogh’un resimlerini satma işlemini sanat galerisi olan Pere Tanguy’a devretmek ister.
Vincent van Gogh birkaç resmini alıp Tanguy’un yanına gider. Orada soyut resmin öncüsü Cezanne ile karşılaşır. Çizdiklerini pek beğenmeyen ünlü ressam sanki bir deli çizmiş benzetmesini yaparak Van Gogh’u hem üzer hem de şaşırtır.
Yaptığı resimler pek çok sanatçıya anlamsız gelirken Van Gogh çağının çok ötesinde işler ile uğraşır. Van Gogh’un asıl amacı da tablolarını satmak değil anlaşılmaktır.
Kimse tarafından beğenilmeyen eserleri kendisi hakkında da kuşku duymasına sebep olur ve güveni sarsılır. Sanatından başka hiçbir şeyi olmayan Van Gogh konuşmayı da sevmediği için resimlerinin konuşmasını tercih eder.
Daha hızlı ve sağlıklı çalışmak adına Arles’e gidip, kendisine bir oda tutan Van Gogh, kendi hayatına ve sanat anlayışına benzettiği arkadaşı Gauguin’i bekler, odasını ayçiçekleri ile süsler ve hayaller kurar. Bu sayede hayata tutunan ressamımıza Theo da yardım eder.
Theo’nun da yardımıyla Van Gogh’dan sekiz ay sonra Gauguin Britanya’dan Arles’e gider. Mutluluktan deliye dönen Van Gogh ve sert mizaçlı Gauguin günün tamamını birlikte resim yaparak geçirirler.
Fakat bir süre sonra aralarında bazı problemler olmaya başlar. Sanat görüşleri hakkında uyuşmazlıklar oluşur. Van Gogh için resim çizmek var oluş sebebi iken, Gauguin için sadece zevk için yapılan bir faaliyettir.
Yine bir tartışma sırasında Gauguin’e bıçak doğrultan Van Gogh, Gauguin’in evden gitmesiyle iyice sinirlenip, kulağından bir parçayı keser. Bu olaydan sonra çevresindeki herkes kendisine deli gözüyle bakmaya başlar.
Yine bu olay sonucunda Gauguin Arles’ten ayrılır ve Tahiti’ye gider. Theo ise ziyaretine Arles’e gelir. Sara hastası ve bipolar davranışlara sahip olan ressam hayatındaki tüm sorunlarda kendisini suçlar.
Bir bakım evine yerleşme kararı alan Van Gogh, resimlerine orada da devam eder. Bir yıl bakım evinde kalan ressamın çıktıktan sonra hastalıkları tekrar nükseder ve daha çok kriz geçirmeye başlar.
Ömrünün son iki ayını Theo’nun da önerisiyle Auvers-sur Oise’te geçirir. O dönem yanında Van Gogh’a göz kulak olması adına Theo’nun gönderdiği bir doktor vardır. Vicent van Gogh doktorun portresini çizer ve 1990 yılında Dr. Gachet tablosu tam 82 milyona satılır.
Resimden anlayan doktoruyla sohbetler eden, bir yandan da sürekli çizim yapan Van Gogh hayatının bu döneminde günde ortalama 3 resim tamamlar.
Theo’nun yardımıyla yaşamaktan onuru kırılan Van Gogh artık resimlerinin satılmasını ister fakat bu durumda hiçbir değişiklik yoktur. Aklına hep Cezanne’nin deli benzetmesi gelir ve çizdiklerinden şüphe duyar.
1989 yılında otoportresini yapar. Bu tabloda sadece yüzünde sıcak renkler kullanır. Onun dışında resme mavi tonları hakimdir.
1990 yılında Buğday Tarlası ve Karga Kuşları tablosunu yapar ve ardından göğsüne ateş eder. Buğday tarlasına yığılan Van Gogh’un intihar girişimi başarısız olur. Bu girişimden iki gün sonra bu acımasız hayata şu sözleriyle veda eder:
‘’Herkes kurtuluyor benden, ben de kurtuluyorum bu dünyadan. Bir cehennemde yaşadım, gittiğim yer daha kötü olamaz.’’
Yaşamı boyunca abisine hep abilik yapan Theo, Van Gogh’tan 6 ay sonra vefat eder. İki kardeş yan yana gömülür.
Vincent van Gogh’un hayatı boyunca çektiği sefaleti düşünerek ölümünden sonra neredeyse tüm eserlerinin milyon dolarlara satıldığını hatırlatmak isteriz.